Çarşamba, Mayıs 20, 2009

Bir Gün...


Bırak gam, kederi yaralı gönlüm,
Yüce dağdan duman çekilir bir gün,
Çapa vurulmadık bu topraklara,
İlkbahar da tohum ekilir bir gün,

Gün olur dikleşir eğilen başın,
Yaşam boyu akmaz kan ile yaşın,
Matem müjdeleyen kanlı baykuşun,
Ocağına incir dikilir bir gün,

Unuttu dediğin dost seni anar,
Alnının terini sofraya sunar,
Sana kutsal gelen bin yıllık çınar,
Fiske vuruşuyla yıkılır bir gün,

Meyveye dönüşür kuruyan dallar,
Kaplani giyinir yeşiller, allar,
Gelir bayram günü çalar davullar,
Ak ellere kına yakılır bir gün.
Hasan Kaplan

Cumartesi, Mayıs 16, 2009

Haydi Barikatlara



Kara fırtınalar havayı bozuyor.
Karanlık bulutlar görmemizi engelliyor.
Sorumluluk bizi acının ve ölümün beklediğini yere,
düşmana karşı durmaya çağırıyor.

En değerli şey özgürlük,
onu sadakat ve cesaretle savunmak gerek.

Halkı özgürleştirecek olan
devrim bayrağını yükselt.
Ayaklanan emekçiler savaşa,
bu reaksiyonu yıkmak gerek.

Haydi barikatlara!
Konfederasyonun zaferi için.
Haydi barikatlara!


Perşembe, Mayıs 14, 2009

Düzen: Başarısızlık Makinesi


Yoksulluk, cehalet, umutsuzluk, ve kendine güven eksikliğinin dişlileri dönerek, düşleri kuşaktan kuşağa tüketen bir sonsuz başarısızlık makinesi oluşturuyor.Bu makineyi işletmenin bedelini hepimiz ödüyoruz.Cehalet makinenin dingil çivisi.
Yüreklerimizi kurbanların utancına ve sefilliğine karşı taşlaştırsak bile, cehalet için her birimizin ödediği fatura çok yüksek: Tıbbi giderler ve hastanedeki hasta sayısı; suç oranı ve hapisaneler; özel eğitim; düşük verim ve içine düştüğümüz ikilemleri çözebilecek kapasitede olduğu halde yitirilmiş beyinler faturanın kalemlerinden bazıları.
Carl Sagan
/Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı
/ Tübitak / Miyase Göktepeli

Salı, Mayıs 12, 2009

Şarap


Bektaşi Cuma'ya gitmiş. Camide hoca, yüksekçe bir yere çıkmış, boyuna nutuk atmak da, hem de şarap içenleri açıkça kınamaktaymış. Bektaşi can kulağıyla dinlemeye başlamış:
-Şarap içenler öbür tarafta her türlü cezayı göreceek.
Şarap içmeyenlersee her türlü sefayı süreceek.
Hatta her birinin emrinee 40 huri verilecek.
Huriler söyle güzel, böyle hoş,
Hurilerin hepsi birbirinden latif,
Hepsi birbirinden mültefit..
Şarap içenlerinsee, içtikleri her şarap şişesi sırat köprüsünden geçerken,boyunlarına asılacak..!
Bektaşi dayanamamış, durduğu yerden seslenmiş:
-Hoca efendi, şişeler dolu mu olacak, boş mu?'
Hoca gürlemiş:
-Bre zındık! .... Sen dolu şişelerle öbür tarafı meyhane mi
sanırsın..!
Bektaşi boynunu büküp itiraz etmiş:
-İyi ama hoca, adam başı 40 huri ile sen de öbür tarafı (.)erhane mi
sanırsın ?

Organize İşler


Mevcut ideoloji nasıl işler, Goebbels gibi deneyimli faşiste kulak verip anlayalım:
*Halkı her zaman ateşle. asla soğumasına izin verme.
*Hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını asla kabul etme.
*Asla rakibinin üstün bir yanı olduğunu kabul etme.
*Asla kendinden başka bir seçeneğe hareket alanı bırakma.
*Asla kabahat üstlenme.
*Sadece bir rakibine odaklan ve kötü giden herşeyin suçunu onun üzerine yık.
*Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
*Bir yalanı yeteri sıklıkla tekrarlarsan, halk eninde sonunda ona inanır.

Goebbels ( nazilerin propaganda bakanı)

Perşembe, Mayıs 07, 2009

Egemenler ve Din


Ezilen ve acı çeken yoksul insanlar, din kurumunda kendi yalnızlıklarının ve güçsüzlüklerinin bir avuntusunu bulmuşlardır. İnsanla doğaüstü güçler arasındaki ilişki, köle sahibi (Rabb) ile köle (kul) ilişkisi olarak kurumlaşmıştır. Pek korkulan ölümü anlayıp açıklayamamak da bu ilişkinin köle sahibi yararına kökleşmesini sağlamıştır. Köle sahibi öylesine güçlüdür ki ölümden sonra da yardımını ve koruyuculuğunu sürdürecektir. Bu niteliği ile egemen sınıfların çıkarlarını korumak için güçlendirilen din kurumu, köleci toplumdan feodal topluma geçince devletleşmiştir.

Devlet dinleri geleneği, feodal toplumun kalıntısı olarak, günümüzde de sürmektedir.Köleci üretim düzeninin ürünü olarak büyük dinler tümüyle bir köle hukuku üzerine kurulmuştur. Faiz yasağı, topraklarını işletmek için borç para almak durumunda bulunan toprak sahiplerini korumak amacı güder. Sadaka kurumu, yoksulluğun sonsuzca var olacağını onaylar.
Egemen güçler din kurumundan geniş çapta yararlanmışlardır; acı çeken geniş insan yığınlarını afyonlayıp uyutmuşlar, din kurumuyla sürekli bir baskı altında tutmuşlar, başkaldırma belirtileri başlayınca ortaya din sorunları atarak onları birbirine kırdırmışlar ve öbür dünya ile avutup, korkutup, sindirmiş, kaderci, kenisiyle aynı din/milletten olan egemenlere karşı haklarını aramak yerine her durumda şükreden hale getirilmişlerdir.
Erdoğan Aydın / Kur'an ve Din - İslamiyet Gerçeği I
/ Kırmızı Yayınları / s 54-55 / 9. Baskı





Çarşamba, Mayıs 06, 2009

Terörist


Dünyanın gerçek teröristleri gece yarısında karanlıklarda buluşmazlar veya bazı vahşi eylemlerden önce "Allahu Ekber" diye bağırmazlar.
Dünyanın gerçek teröristleri 5000 dolarlık takım elbise giyerler ve finans dünyası, hükümet ve iş hayatının en yüksek pozisyonunda çalışırlar.
Zeistgeist





Pazartesi, Mayıs 04, 2009

Fırat Suyu ...

Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi.
Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı
ışıklar kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya
bakınca az ilerideki adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu ayağa
kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften
sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa
batmıştı.Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu. /

Yaşar Kemal

/ Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / s-7 /
Adam Yayınları






Zombi


Zombi :Bedenleri canlı olsa da ruhları ölmüş, düşünceleri,

konuşmaları da boş olan; konuşmak yerine gevezelik eden,

düşünmek yerine kalıplaşmış fikirleri kullanıp duran kişiler.

Devrim



Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız.

Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde...”

/ Ursula K. Leguin





Osmanlı Devletinin Dinsel Niteliği

Osmanlı belirgin heterodoks atmosferde oluşmuş ve devlet kurumlaşmasının gelişmesine bağlı olarak da tıpkı kendi önceli Selçuklu İmparatorluğu gibi Sünnileşmiştir.

Osman ( Otman ) Bey, Ede Balı ve Orhan Gazi başta olmak üzere kurucu siyasal ve dinsel önderlerin tümünün heterodoks kimliğine rağmen yaşanan bu Sünnileşmenin nedenini araştırdığımızda; heterodoks islamın bir halk dini olması, gazayı öngörse de devleti öngörmemesi ve onun esas olarak göçebe demokrasisi ile örtüşmesi gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.

Devleti öngörmeyen bu heterodoks dinsel kültür, diğer yandan kendini müslüman olarak nitelendirmekle, bu devletleşme sürecinde ideolojik farklılığının meşruiyetini savunup geliştirme olanağını da kaybedecekti. Osmanlının devlet geleneği olarak önceli olan Selçuklu'nun ( halkına rağmen ) sünni oluşu ve Selçuklu devletleşmesinin geliştirdiği Sünni ulemanın gazayla büyüyen Osmanlı'ya akması, Osmanlı'daki dinsel önder tipolojisinde değişmeyi beraberinde getirmiştir. Gaza, o güne kadar kendileriyle barışçıl yaşanan Hıristiyanlara karşı savaşın ve talanın ideolojik meşruiyetini sağlamak için, bu işin teorisini yapmış ve kutsi kılıf geçirmiş ideologlara ihtiyaç yaratmıştır. Diğer yandan savaşın Müslüman ve Hıristiyan kimlikleri arasındaki rekabeti arttırması sonucunda Müslümanlığın öğrenilmesi gereksinimi, mollalara olan ihtiyacı daha da arttırmıştır.

O güne kadar Türkmenlerin dinsel önderleri, ilkel ve özgür göçebe yaşamın ortaya çıkardığı sorunların çözümü çerçevesinde saygınlık kazanmış, yarı Şaman, yarı Müslüman, Fıkıh, sünnet vs. bilmeyen veya bilse de pek uymayan , daha çok ulu kişiler, cemaat Baba'ları, halk bilgeleri idiler.Ancak bunların, Kafirler'e karşı savaşın niye "kutsal" bir görev ve niye meşru bir iş olduğu, keza esir alınan kadın, çocuk ve erkeklerin kölelik statüsünün ne olacağı, talan paylaşımının hukuku, talan gelirleri ve olanaklarıyla birden çehresi değişen toplumun nasıl örgütleneceği gibi siyaseten karşılaşılan sorunlara ilişkin dini açıklamalar geliştirecek bilgileri ve kaynakları yoktu. Bu bilgiler, Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasal bilgisi ve medrese eğitiminden geçmiş, kitap açıp gösteren mollalarda vardı.Aynı şekilde heterodoks halk inancının ardında devlet tecrübesi yokken, Sünni ideolojinin Ömer- Osman yayılmacılığından başlayıp, Emevi, Abbasi Selçuklu İmparatorlukları'dan gelişen, fıkıh okullarında teorisi yapılan ve Kitap'a uydurulan ciddi bir birikimi; yazılı kaynakları, Acem'den , Arap'tan , Mısır'dan gelen ulemaları vardı.

Hal böyle olunca gazaların gelişmesi ve devletleşme ile birlikte, halk uluları heterodoks dervişlerin etkisi azalmaya, halk dayanakları olmadığı halde, devletleşmenin ihtiyaçları çerçevesinde Sünni mollaların önemi artmaya başladı. Böyle olunca kurulan medreselerin hocaları ve siyasal önderlerin akıl hocaları da kaçınılmaz olarak bunlar oluyordu. Böylece Osmanlı bir yandan devletleşirken diğer yandan da halkın inanç geleneğine yabancılaşarak Sünnileşiyordu. ( ... ) s/ 383- 384

Erdoğan Aydın

Osmanlı Gerçeği- /9. Baskı






Tarih ve Tarihçi



*Tarih tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına, bırakılmayacak
kadar önemlidir. / Martin Bernal


*Tarihçinin tahrifatı teknik olmaktan öte ideolojiktir: Çatışan çıkarlar dünyasında vurgulamayı seçtiği her olgu [tarihçi istese de istemese de] ekonomik, siyasal, ırkçı, ulusçu ya da cinsiyetçi bir çıkar çevresinin amacını destekler. / Howard Zinn





Azınlık - Çoğunluk


Asliye Ceza Hakimi Ahmet Bey bir celsede bana dedi ki,
‘ Musa Bey, ne diye Kürtçe yazıyorsunuz?
Ben de kendisine, ‘Hakim Bey, Istanbul´da Yahudiler, Rumlar ve
Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazete de çıkıyor.
Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak?” dedim.
Hâkim, “Efendim onlar azınlıktır” dedi.
Ben, “ Hâkim Bey, yani bir memlekette azınlık çoğunluktan daha mı avantajlıdır?
Eğer bir azınlık kadar hakkım yoksa ben böyle çoğunluğu ne yapayım?
Lütfen karar verin ve beni de azınlık kabul edin”, dedim.
Hâkim, avukatlar, hatta savcı, güldüler.”
/ Musa Anter





Düşünce Özgürlüğü




“Düşünce özgürlüğü olmaması, insanların düşüncesini söyleyememesi değildir,
düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünememesidir.”
/ Sartre






Aitlikler


Hangi ülke, din, aitlik, adına olursa olsun taraflaşmamıza isyan etmediğimize şaşıyorum.
Ait hissetmek, ayrıcalıklı hissetmek, “biz” diyebilmek için geçmişler uydurduk.
Kimi yüz, kimi bin yıllık geçmişlere inandık, inandırıldık. İnanmayanlarımız da kendilerine
yakıştırılan aitliklerin sorumluluğunu hissetti.
Geçmişten şanlanmak kadar sorumluluklarını da taşımak son kertede taraf olmanın ifadesi değil mi?
Tarihimize, farklı tesadüflerin asırlar boyunca belirlediği (üstelik bugün çoğu yok olmuş) aitliklerimizin sınırları içinde bakmak, taraflaşmamızı pekiştirmiyor mu?
Nedeni ne olursa olsun, tarih sahnesinde bizi taraflaştıran aitliklere inanmıyorum
Ulusal, dini, etnik aidiyetlerin kültürel zenginliği, taraflaşmanın harcı olmamalı.
Devletlerin, cemaatlerin öğrettiği tarih için, “Tarih buysa sizin olsun” diyenlerin sesini duymak istiyorum.
Öğrencilerin, farklı dinlerin farklı mezheplerinin çocuklarının, “Biz bu derse girmeyiz,” diyerek sınıflarını boş bırakacakları günleri bekliyorum.
Aitlikler manifestolarının ibret verici belgeler olarak propaganda müzelerinde teşhir edilmelerini, din ve devlet hocalarının, aymazlıklarının farkına varabilmeleri için, bunları okumalarını talep ediyorum.
Bana ne, kuşaktan kuşağa bizi düşmanlaştıran, birbirimizden ayrıştıran, tarihi, ‘senin’, ‘benim’ tarihin diye okutanlardan.
Bane ne bayraklarını, dinlerini, “Gerçek Budur!”
diye pazarlayanlardan, bayraklarıyla, dinleriyle tarihi gölgeleyenlerden.
Geleceği kucaklamaya hazır yeni kuşakları, aitliklerinin husumetiyle zehirlemek, zaferleriyle taçlandırmak, geçmişin yargıçları, günah keçileri yapmak niye?
Farkında değil miyiz aitlikler tarihimize zırh gibi sarılırken tarihi görülmez kıldığımızın?
Farkında değil miyiz aitlikler tarihimizin günümüze göre yazılan yaz boz tahtası olduğunun?
Küreselleşen dünyamızda parayı evrenselleştirirken, aitliklerimizin gönüllü pranga mahkumiyetinde, ortak değerlerimizi evrenselleştirmekte sınıfta kaldık. Geçmişi araştıracaksak, türümüzün geçmişiyle övünecek, geçmişinden sorumlu olacaksak, her halimizle bizleri “BİZ” yapan tarihle bütünleşmeliyiz.
Bütün savaşlara karşıyım çünkü bütün savaşlar insana karşı.
Beni dünyalı olmamdan eksilten aitliklerime karşı olduğum gibi.

Gündüz Vassaf

/ Radikal Gazetesi





Cuma, Nisan 10, 2009

Özgürlük Fethedilir


Ezenin imajını içselleştirerek ezenin ilkelerini benimsemiş haldeki ezilenler, özgürlükten korkar haldedirler. Özgürlük onların bu imajı reddetmelerini, yerine özerkliği ve sorumluluğu getirmelerini gerektirirdi. Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınamaz. Özgürlüğün izini, sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir; mit haline gelen bir fikir de değildir. İnsanın yetkinleşme arayışının olmazsa olmaz koşuludur.
Paulo Freire
/Türkçe : D. Hattatoğlu-Erol Özbek

/Ezilenlerin Pedagojisi




Çarşamba, Nisan 08, 2009

Umut ve Edilgenlik


" Beklentilerde edilgenlik varsa ve umut el etek çekmenin, teslimiyetçiliğin bir bahanesi oluyor, yalnızca bir ideoloji haline gelinceye dek beklemek şeklinde kendini gösteriyorsa umut etmekten söz edilemez. Kafka, dava adlı romanında bu türden teslimiyetçi ve edilgen umudu çok güzel betimlemiş:
Bir adam cennete ( yasaya ) açılan kapının önüne gelir ve kapıdan içeri girme izini ister. Kapıcı , şu an için izin verilmeyeceğini söyler. Yasaya giden yola açılan kapı aslında ardına dek açıktır, ama adam giriş izni alıncaya kadar beklemenin daha iyi olacağına karar verir. Ve oturur, beklemeye başlar. Günlerce, yıllarca bekler. Tekrar tekrar içeri girme izini ister ama her seferinde kendine henüz izin verilmeyeceği söylenir.
Adam bütün bu uzun yıllar boyunca durup dinlenmeksizin kapıcıyı inceler. Kürk yakasındaki bitleri bile tanıyacak hale gelir. Giderek yaşlanır, ölmek üzeredir. İlk kez şu soruyu sorar :
-Nasıl oluyor da bütün yıllar boyunca benden başkası girmek istemedi kapıdan?
Kapıcı :
-Senden başkası giremezdi ki bu kapıdan.Çünkü kapı yalnız ve yalnız senin içindi. Şimdi artık kapayacağım...
Çoğu insan Kafka'nın ihtiyarına benzer, umut eder ama yüreklerinin sesini, itkisini dinleme ve ona göre davranma yetisinden yoksundurlar."
s/ 21
Erich Fromm
/ Umut Devrimi










Sınav


Sınav insanları gözetim altında tutmayı sağlayan ve hiyerarşiyle onları standartlaştıran ceza tekniklerini bir araya getirir.Sınav nesne olanı köleleştirir; köle olanı nesneleştirir.
Kendi değerini sınavla belirlemek "derebeyine teslim olmak"tan öte bir anlam taşımaz.
/ Michel Foucault





Aldatmaca


Tarihin en acı derslerinden biri şudur: Yeterince uzun zaman aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü. Bir kez şarlatana iplerinizi verdiniz mi bir daha hiçbir zaman geri alamazsınız. Böylece, yenileri çıkagelene kadar eski aldatmacalar sürer gider.
Carl Sagan

/Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı
/ Tübitak
/Türkçe: Miyase Göktepeli






Pazartesi, Nisan 06, 2009

Zulüm Tarlası


“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında, zulüm biter.”

Yaşar Kemal

/ Yağmurcuk Kuşu / s. 95




Politik Özgürlük



Bir bireyin eylemlerine , kaçışı olmayan , içselleşmiş bir otorite kılavuzluk ediyorsa politik özgürlüğün çok az bir anlamı vardır.
/ Joel Spring





Sahte ve Gerçek Yüce Gönüllülük


Ezilenlerin zayıflığı karşısında ezenlerin erkini "yumuşatma" yolundaki herhangi bir girişim kendini hemen hemen her zaman sahte yüce gönüllülük şeklinde ortaya koyar, hatta asla bunun ötesine geçmez. "Yüce gönüllülükleri" ni sürekli ifade etme fırsatına sahip olmak için ezenler aynı zamanda adaletsizliği de ebedileştirmek zorundadırlar. Adaletsiz bir sosyal düzen; ölüm, çaresizlik ve sefaletle beslenen bu "yüce gönüllülük"ün sürekli kaynağıdır; bu da sahte yüce gönüllülük dağıtıcılarının, bu yüce gönüllülüğün kaynağına en ufak bir tehdit yöneldiğinde niçin paniğe kapıldıklarını açıklar.
Gerçek yüce gönüllülük, sahte yardımseverliği besleyen nedenleri yok etme mücadelesinin ta kendisindedir.Sahte yardımseverlik, korku içindekileri, boyun eğdirilmişleri, "hayatın reddedilmişleri"ni, titrek ellerle avuç açtırmak zorunda bırakır. Gerçek yüce gönüllülük bu ellerin -ister bireylere ister halklara ait olsunlar- yardımına giderek daha az gerek duymasını, iş gören, dünyayı dönüştüren insan elleri haline gelmesini sağlamaya çalışmaktan geçer.
Paulo Freire
/Türkçe : D. Hattatoğlu-Erol Özbek

/Ezilenlerin Pedagojisi




Çarşamba, Nisan 01, 2009

Olmayan

Bektaşi, camide namazdan sonra dua etmiş:
- "Ey ulu Tanrım, bana bir rakı parasi ver!"
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldırmış:
- "Rabbim, bana iman ver!"
İki duayı da işiten hoca, Bektaşiye:
- "Bak, herkes ne istiyor Tanrı'dan, sen rakı parası.
Utanmıyor musun?" demiş. Bektaşi usulca:
- "Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister."

Belirleyici



Belirleyici olan her zama
n ; nereye bakıldığı değil , nereden bakıldığıdır.
/ Piere Teilhard de Chardin

Aşık Kişi




Din u millet sorar isen, aşıklara din ne hacet,
Aşık kişi harab olur, harab bilmez din diyanet.

/ Yunus

Kapitalist Toplum


Kapitalist toplum o kadar kötü örgütlenmiştir ki, çeşitli üyeleri acı çekmektedirler: aynen nasıl ki bedeninizin bir yerinde ağrınız varsa, tüm bedeniniz ağrır ve hasta olursunuz... Benzer şekilde bir örgütün ya da bir birliğin tek bir üyesi bile ayrımcılıktan, baskı altında tutulmaktan veya göz ardı edilmekten muaf olmaz. Bunu yapmak, ağrıyan dişinizi göz ardı etmek demektir : sonunda da tamamı ile hasta olursunuz

Alexander Berkman

Perhiz



Beni bedensel , günaha ilişkin dayanılmaz bir perhize mahkum ederek mükemmel bir iş yaptığınızı düşündünüz , ama yanıldınız , beynimi coşturdunuz , bana can vermek zorunda kalacağım hayaletler yarattırdınız.

/ Marquis De Sade

Ölümlü Doğa



Ölümlü canlı doğanın yok olmaya mahkum olduğunu bilmeyen kimi insanlar, hayatlarını öbür dünyaya ait yalanlar uydurmakla, sıkıntı ve korku içinde geçirirler.

/
Demokritos

Salı, Mart 31, 2009

Kel ve Kör

Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.
( Siz gediğini biliyorsunuz! )


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu



Perşembe, Mart 26, 2009

Otorite ve Gerçek

Gerçeği otorite olarak kabul etmek yerine
otoriteyi gerçek kabul edenler için
bu çok zor olmalı.
G. Massey
(Mısır Bilimci)


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu


Zamanın Ruhu


Düşündüklerimizi, anladıklarımızı, nereden geldiğimizi ve bundan sonra ne yapacağımızı daha derin araştırdıkça bize ne kadar çok yalan söylendiğini göreceksiniz. Dünyadaki her kurum tarafından kandırıldık. Bir dakika durun ve dini kurumların neden bu dünya üzerinde işlerine karışılmayan tek kurum olduklarını düşünün. Dini kurumlar, dünyadaki pisliğin merkezidir. Dini kurumların hepsi, devletinizi ve hükümetinizi kuran size bu yozlaşmış eğitim sistemini getiren ve uluslararası banka kartellerini kuran bir avuç insan tarafından oluşturuldu. Çünkü siz ve aileniz, efendilerinizin umrunda değilsiniz!

Onların umursadıkları tek şey, her zaman olduğu gibi sadece bu koca dünyaya hükmetmek. Bizler gerçeklerden uzaklaştırılıp evrendeki ilahi bir gücün varlığına, Tanrı denen adama inandırıldık. Tanrı'nın ne olduğunu bilmiyorum ama ne olmadığını biliyorum. Kendinizi gerçeği görmek için hazırlayıp, sonu nereye varırsa varsın, ucu kime dokunursa dokunsun gerçekten madalyonun öteki yüzüne bakmak isterseniz yolun bir yerinde ilahi adalete kafa tuttuğunuzu fark edersiniz.

Kendinizi ne kadar çok eğitirseniz çevrenizdeki olayları o kadar iyi kavrarsınız. Her şey daha açık gözükür ve etrafınızdaki yalanları görmeye başlarsınız. Gerçeği bilmeniz gerekiyor, gerçeği aramanız gerekiyor. Gerçek sizi özgür kılacak.

Kaynak : Zeitgeist


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

Salı, Mart 03, 2009

İmparator ve Korsan


Aziz Augustine Büyük İskender'in esir aldığı bir korsanın hikayesini anlatır. Büyük İskender, Korsana sorar :

-Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yaptın?

Korsan da :

-Sen hangi cesaretle bütün dünyaya saldırabildin ? diye cevaplar ve konuşmasını şöyle sürdürür :

-Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için, korsan diye adlandırılıyorum. Sense aynı şeyi çok büyük bir donanmayla yaptığın için imparator diye anılıyorsun.


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

Boyun Eğmeden


Kendimi sana doğru savuracağım, yenilmeksizin ve boyun
eğmeden, ey ölüm !
/
Virginia Woolf


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu



Siz Gelene Kadar

''Maliye bakanlığı'nda en üst mevkilere kadar çıkmıştı Cemal Süreya. İstifası da bir maliye bakanıyla restleşmesi sonucunda oldu. Son olarak İstanbul'da Darphane müdürü olarak görevlendirilir. Dönemin Maliye Bakanı 'nın Darphaneyi denetlemeye geleceği haber verilir kendisine. Ortalık derlenip toparlanır. Bakan , Cemal Süreya ile farklı siyasi görüşte oldukları için biraz da kusur aramaya gelmiştir Darphane'ye. Binayı dolaşır denetimini yapar ama hiç bir aksaklık bulamaz. Sonunda etrafa göz gezdirir ve ''Ortalığı temiz görmedim " der. Cemal Süreya'nın yanıtı memuriyetinin de sonu olur : " Siz gelene kadar böyle değildi. "

( Alıntı :Bir Gazete Yazısı )


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu



Pise Bak!




"
Suya dokunmazmış,
Sabuna dokunmazmış,
Pise bak !
" 


Celal Vardar






Şair


"...Şair daima haklıdır.
Ufuktan on kez yukarı sıçrayarak ,
Geleceği krallığıdır..."
Jean Ferrat




Korku ve Vicdansızlık


Siyasiler, “yoksulu öldüreceğine korkut” politikası izliyor. Biz iş, aş, sosyal güvenlik ve sendikal haklar istedikçe onlar 'ekonomi çöker'; özgürlük istedikçe 'bölücülük ve şeriat tehlikesi var'; barış istedikçe 'vatan elden gider' diyorlar. Korku ve vicdansızlık her yere hakim olsun istiyorlar; umudu bize çok görüyorlar.

Ufuk Uras



EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu



Gördüm de Geldim


İlme hizmet edip, uykudan kalktım,
Sarık seccadeyi elden bıraktım,
Vaizin her gün ki vaazından bıktım,
Ramazanı sele verdim de geldim.

Karnım acıktıkça kederim arttı,
Hele hac kaygısı ayrı bir dertti,
Paralılar hemen hac'oldu gitti,
Şeytanı taşlarken gördüm de geldim.

Dört kitabı koyup torbaya astım,
Cennet hurisinden ilgimi kestim,
Muskacı hocaya sanmayın sustum,
Ağzının payını verdim de geldim.

Aklım ermez ahret eğlencesine,
Saygım var insanın düşüncesine,
Hayal cennetinin has bahçesine,
Yobaz sürüsünü sürdüm de geldim.

İbreti emelim insana hizmet,
Eşim bana huri, evim de cennet,
Hacıya, hocaya kalmadı minnet,
İrbiği, tesbihi kırdım da geldim.
İbreti




Eğer Yeniden Başlayabilseydim


Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırt üstü yatardım
Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya, /daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve
verimli kılan insanlardan olurdum.
Farkında mısınız bilmem yaşam budur zaten.
An’lar,
sadece an’lar.
Siz de an’ı yaşayın.
Hiçbir yere, yanına:
termometre, su, şemsiye ve paraşüt
almadan gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim,
ilkbaharda pabucumu fırlatır, atardım.
Ve sonbahar bitene dek yürürdüm çıplak ayakla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,
güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım,
bir şansım daha olsaydı eğer......
Ama işte, 85'imdeyim ve biliyorum....
Ölüyorum....

Jorge Luis Borges

 




Milliyetçilik





Milliyetçilik alçakların son sığınağıdır.

/ Samuel Johnson


Korkunç Olan




Kaderin amansız oluşu değildir sorun, çünkü bir insan bir şeyi inatla isterse, onu elde eder. Korkunç olan, istediğimiz şeyi elde ettikten sonra ondan bıkmamızdır.
/ Cesare Pavese


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu


Yeni Şarkı


Gitarım ne zenginlerin gitarıdır,
ne de başka bir şeyin.
Şarkım bir yapı iskeletidir,
eriştirir bizi yıldızlara.
Katıksız gerçekleri şarkısında
söylerken bir insan ölmek pahasına,
anlamını bulur o şarkı
damarlarında atarken.

Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer,
ne de başkalarına ün katar,
yoksul ülkemin kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
ve her şeyin başladığı yerde,
söylerim;
o her zaman yiğit ve derin,
sonsuza dek yeni olacak şarkıyı.
Victor Jara / 1973





Güçlü Halk




Güçlü bir halk lidere ihtiyaç duymaz.

/ Emiliano Zapata


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu



Çağdaşlık


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda temel hedef olarak ortaya konulan "muasır medeniyete" yeni Türkçeyle söyleyecek olursak "çağdaş uygarlık" düzeyine ulaşmak gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken bir kavram.

Çağdaş uygarlık düzeyi, çağdaş demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla yaşaması demektir. Askeri darbe yapmamak, askeri darbe girşiminde bulunmamak, yapmış olanları yargılamak demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi Şemdinli'nin, Susurluk'un, Madımak Oteli'nin olmaması demektir.Çağdaş uygarlık düzeyi gazetecinin haber kaynağını ele geçirmek için askeri savcıların Nokta dergisini basmaması, yani basın özgürlü demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi, medyanın tekelleşmemesi; halkın haber alma özgürlüğünün sağlanması demektir.Çağdaş uygarlık düzeyi düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engellerin kaldırılması yani 301. maddeyi savunmamak demektir. Orhan Pamuk'u Nobel için tebrik etmek demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi işkencenin, yargısız infazların, F tipi cezaevlerinin olmaması demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi işçi haklarının, sendikal hakların eksiksiz ve tam olması demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi ordunun siyasetin dışında kalması sadece "yurt savunmasıyla" ilgilenmesi demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi üniversitelerin birer kışlaya dönüştürüldüğü, bilimsel özerkliğin ayaklar altına alındığı YÖK'ten kurtarılması demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi tarikatların siyasetin temel dayanağı haline getirilmemesi demektir, çağdaş uygarlık düzeyi PKK'yla mücadele adına aşiretlerle devletin işbirliği içine girmemesi demektir, çağdaş uygarlık düzeyi imam yetiştirmek için kurulan imam hatip liselerinin imamdan başka herşey yetiştirmemesi demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi siyasetin bir rant alanı olarak kurulmaması, her iktidarın kendi kadrolarını devlete yerleştirmemesi demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi liderler sultasına yasal zemin sağlayan siyasal partiler yasasının değiştirilmesi, halkın iradesini yansıtmayan seçim yasasının değiştirilmesi demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi demokrasiyi sadece "sandık"tan ibaret görmeyen, katılımcı bir demokrasiyi savunmak demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi, ulusal gelirde, çocuk ölümlerinde, okuma yazma oranında, kadın erkek eşitliğinde, işssizlik oranında, iş güvencesinde, gelir dağılımında, bölgesel eşitsizlikte, çevre kirliliğinde dünya standartlarını yakalamak demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi kimsenin dini, ırkı, etnik aidiyeti farklı diye baskı görmemesi, eşit yurttaşlar olarak kabul edilmesi demektir. Çağdaş uygarlık düzeyi devletin bir resmi ideolojisinin olmaması kimsenin buna uymaya zorlanmaması demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi ekonominin IMF'ye, Ordunun NATO'ya, dış politikanın ABD'ye bağımlı olmaması yani bağımsız bir ülke olmak demektir.

Çağdaş uygarlık düzeyi laik olmak demektir. Devletin bütün dinler ve mezhepler karşısında tarafsız olması din ve vicdan hürriyetini güvence altına alması demektir.

Ankara'da yüzbinler toplanmış olabilir, önemli bir olaydır ama aynı yüzbinlerin ne için o alanda toplandıkları da çok önemlidir. Gerçekten "çağdaş uygarlık" düzeni için mi? Eğer öyleyse her gün çağdaş uygarlığın tepelendiği toplumsal koşullara neden tepki gösterilmiyor? Yoksa "türban" siyasal islamın olduğu kadar, bütün bunların eleştirisinin üstünü örten bir "simge" mi?

Birgün Gazetesi / B. Forta / Muasır Medeniyet / 16 Nisan 2007


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu





Kara


Neden bayrağımız kara? Kara yadsımanın gölgesidir. Kara bayrak bütün bayrakların yadsımasıdır. O, insan ırkını kendi kendisiyle karşı karşıya getiren ve insanoğlunun tekbirliğini engelleyen ulusallığın yadsımasıdır. Kara, şu veya bu devlet için, sadakat [ing. allegiance, vatan] adına insanlığa karşı işlenen tüm suçlara karşı [oluşan] kızgınlık ve hakaret halinin [rengidir]. O, hükümetlerin hilekarlıklarında, ikiyüzlülüklerinde ve entrikalarında ifade edilen insan zekasına karşı aşağılamanın karşısındaki kızgınlık ve hakaretin [rengidir]. Kara yine matemin rengidir; ulusu geçersiz hale getiren kara bayrak, onun kurbanlarının matemini tutar --daha büyük zaferler ve kanlı devletlerin istikrarı için, iç ve dış savaşlarda sayısız milyonlar katledildi. Emeği çalınarak (vergilendirilerek), insanların boğazlanmasında ve zulüm altına alınmasında kullanılanların matemini tutar. Sadece bedenin ölümünün değil, aynı zamanda otoriter ve hiyerarşik sistemler altında kötürümleştirilen ruhun matemini tutar; dünyayı aydınlatmak için asla bir şans bulamayan sansürlenmiş milyonlarca beyin hücresinin matemini tutar. Tesellisi imkansız bir kederin rengidir ...

Ama kara güzeldir de. Azmin, kararlığın ve gücün rengidir; diğer herşeyin açığa çıktığı ve tanımlandığı bir renktir. Kara filizlenmenin, doğurganlığın gizemli çevresinin; karanlıkta kendini daima değiştiren, yenileyen, hayat veren ve yeniden üreten yeni bir yaşamın yetişme zeminidir. Dünya'da saklı tohum, spermin garip yolculuğu, embriyonun rahimdeki gizemli büyümesi, tüm bunların hepsinde, karanlık çevreler ve korur ...

Yani kara yadsımadır, kızgınlıktır, matemdir, güzelliktir, umuttur; insan yaşamının yeni biçimlerinin, [ve bu biçimlerin] dünya ile beraber ve onun üstündeki ilişkilerinin beslenmesi ve korunmasıdır. Kara bayrak tüm bunları anlatır. Onu taşımaktan gurur duyuyoruz; [ama] taşımak zorunda olduğumuz için üzgünüz de ve bu gibi sembollerin bir daha gerekli olmayacağı günü şevkle bekliyoruz. Reınventing Anarchy


EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu