Pazar, Mayıs 25, 2008

Akıntıya Karşı


Okulumuzda yapılan denetim toplantısında konuşan
yurdum eğitim müfettişinin ifadesine göre öğrencilerin
başarıya ulaşmasında herhangi bir engelin olmadığı, aynı durumdaki başka okulların başarı elde ettikleri başarı
önündeki en büyük eksikliğin, öğrencilerin hırslı olmamaları, öğretmenlerin bu hırsı öğrencilerine aşılayamamalarıymış.
Tabi bu noktada aynı hırsı öğretmenlerden beklemekte.Öğrencinin öğrenciyle, öğretmenin öğretmenle, okulun okulla,velinin veliyle ve sonuçta paranın parayla
yarıştırıldığı bu eğitim düzeninde, hırsında hırsla yarıştığını,
dolayısıyla elindeki imkanlar neticesinde bu yarışta arkada
kalanın, hırslı olsa bile diğerinden geride kaldığı için hırssız
görüneceğini kendisi gibi orta zekalı her mevki sahibi
düzen adamı, eğer canı isterse kavrayabilir.

Kendisinden o kadar emin ve küstahça konuşmakta ki ,
söylediği her şeyin kendi beyninin ürünü olduğu izlenimine
kendisini zaten kaptırdığı belli olduğu gibi
karşısında oturan bizlerinde kapıldığını zannetmekte. Oysa o
bütün bu zihnine nakşedilenleri dillendirirken karşımızda
bir zavallı gibi göründüğünün farkında değil.

Bir kere hiçbir eğitsel kriteri dikkate almayan bu konuşma,
öncelikle üslubundan laubaliliğini açık etmekte, kurum
kimliğini ve kişiliğini geliştirmekten çok öğretmenleri
sindirmeye, emre itaat etmekten başka bir şey
düşündürmemeye, hiyerarşik zincir içinde kendini
öğretmenlerin üstünde konumlandırmaya
ve bu tavrı pekiştirmeye ( Patron- çavuş - amele
hiyerarşisi ) yönelik kapalı ancak kapalı olsa da her yanından
taşarak sırıtan anlamlar taşıdığı görülmekte hatta yer yer
goygoyculuğa kadar uzanmaktaydı.

Pek saygıdeğer (!) müfettişimiz bu konuşmalarında,
benzer konumda olduğunu ima ettiği kurumları karşılaştırırken
hangi araştırmalarının sonuçlarına dayanıyor,
hangi kriterleri göze alıyordur dersiniz : Tabi ki hiçbir.
İki saatlik ya da bir günlük kurum denetlemelerindeki
gözlemlerini dikkate alıyor olmalı büyük ihtimalle.

Peki bu gözlemleriyle sonuca giderken hangi objektif ve diğer
bilimsel çağdaş eğitim ilkelerini gözetiyor: Tabi ki yine hiçbir.
Sadece kendi görüş ve algı dünyasını, yani gözlerinin
gördüğü yer kadarını( ! ) Peki bunları kabul ettiğimizi düşünelim.
Bize her imkan sunulur,bunlarla harikalar yaratmamız
gerekirken, biz; çalıştığımız bu kurumun öğretmenleri;
birer miskin olduğumuz, ve hiçbir halta yaramadığımız
( ki çok net ima edildi ) için, aynı durumdaki diğer hırslı (!)
okul ve öğretmenlerden geri de kaldığımıza amenna
diyelim. Peki ne yapılmış ki bizden bir boy mesafe
kat edilmiş. Durum ortada. Sınava endeksli eğitim sisteminde
direkt başarıya( ! ) götüren net formül: Test çözmek. Ardından ,
resim, müzik,beden eğitimi gibi dersleri yapmamak, bu derslerde
soru çözmek, eğitimde eşitlik ilkelerine uymadığı halde özel
sınıflar oluşturmak, yasak olsa da kılıfına uydurmak, başarı
için her tür dalaverenin hoş görülebileceği, en yakın
arkadaşının, komşunun, meslektaşının satılabileceği,
kimsenin kimseye güvenemeyeceği arkanı kimseye
dönemeyeceğin, eğitimin bütün unsurları ile birbirine
yabancılaştığı bir ortam.
Evet düzenin beklentilerine bir nebze cevap veren yurdum
öğretmeni , yaptıklarına karşılık başarılı olduğu imasıyla
ödüllendiriliyor ve pohpohlanıyor ama bu kolaycılığı ve
fırsatçılığı ile çağdaş eğitim ilkelerin geri iterek, meslek onur ve
gereklerini ayak altına alarak öncelikle kendisine
ihanet ediyor.Belki de müfettişin imasında layığını bulan
miskinliğini ve yetersizliğini böylece kamufle ediyor.

Bizi miskinlikle kapalı bir biçimde itham eden müfettişe
gelince de , asıl kendi miskinliğini ve ölçüsüzlüğünü hiçbir
meslek adap ilke ve gereklerine uymayarak kendisi yapıyor.
Örneğin, bize komşunun çocuğunu örnek göstererek. "bak",
diyor, "o ne kadar başarılı ,sen niye böyle değilsin , haylaz
işe yaramaz ,tembel seni...! Öğretmene bu üslubu reva
gören anlayışına yöneltilecek: " Kendi çocuğuna bunu
yapar mısın, böyle söyler misin? sorusunun cevabı ise ;
"Höyt! " olacak kadar alçalabiliyor ve bırakın eğitimsel
kriterleri gezegenin hiçbir çağdaş kriterlerine sığmıyor.

Gözünü hırs bürümüş müfettiş, çocuklarımızın da kendine
benzemesini istemekte, bahsettiği hırsın dünyamızı
cehenneme çevirdiğini gün gibi ayan beyan görürken...
Daha çok kazan , daha çok tüket, daha çok kirlet, daha çok öldür...
Bu gün bu yüzden Amerika Irak'ta ve dahi her yerde .
Bu yüzden "Bin Ladin" var, şehirlerimizde bombalar patlatıyor.
Evlerimiz bu yüzden ne işe yaradığını bilmediğimiz,
bilsek bile yılda bir defa kullandığımız ürünlerle dolu.
Kimimiz bir elbiseyi bir defa giyerken , kimileri bırakın giyecek
elbiseyi yiyecek ekmeği bile yok. O ballandırdığı hırs yüzünden
eğitime, sağlığa ,yoksullukla mücadeleye ayrılması
gereken paralarımızı bombalara, silahlara harcıyoruz,
patlattıkça da coşuyoruz.

Bize, " Daha çok hırs sahibi ol ki mutlu azınlığa katıl."şiarı
düzenin, her ortaya koyuş, oluş ve biçimiyle adeta zerk
edilmekte.O mutlu azınlığın hiçbir vakit mutlu çoğunluğa
dönüşemeyeceğine olan bilinçle birlikte.
"Çoğunluğun canı cehenneme!"denmek isteniyor artık hiç saklama gereği
duymadan. Eğitimde öngördükleri bu yarış işte, adına düzen dedikleri
bu kargaşanın sürmesine hizmet ediyor.

Ayrıca müfettişimizin son olarak, bir çözüm sunuyormuşçasına
sözlerine eklediği öğretmenlerin yetersiz çalıştığını ima ederek, haftalık 40 saat
çalışmanın yasalarda olduğunu, bunun uygulanması gerektiğini söylemesi ise
( Toplantılarla, ek çalışmalarla , form doldurmalarla,
sınav kağıtlarıyla zaten uygulanıyor bu )
kendisinin ne tür gaflet içinde , nasıl efendisine aşık bir köle olduğunun da
ifşası oldu.Ülkemizdeki öğretmenlerin , dünyadaki bir çok benzerlerinden daha
kötü koşullarda, daha çok çalıştığı ortadayken kendisine "İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi " ni hatırlatmanın da fazla bir faydası yok.

Eğitim sistemindeki çıkmazın ve bütün sorunlarının
müsebbibi olarak en alttaki eğitim emekçisi olan öğretmenleri
görmek işin kolaycılığıdır ve bu ifade , bu aymazlığın en hafif
ifade şeklidir.Eğitim sistemi bir zihniyet dünyasının ürünüdür.
Bu zihniyet ile hesaplaşılmadıkça eğitimdeki
sorunlar alınacak önlemlerle ancak bir süreliğine ertelenebilir.
Kendimizi kandırmak yerine eğitim emekçileri olarak karşımıza
bazen fedakarlık, bazen bu kafada müfettiş, bazen ekonomik
zorluk, bazen dar kafalı yönetici, bazen göz boyayan başarı
ölçütleri vs. olarak çıkan sorunlarla mücadele etme kararlığı
ile yanlışa yanlış deme cesaretini hep birlikte gösterebilelim.
Eğitimin taşeronlaştırılan anlayışı içinde kıvranan öğretmenin ,
çeşitli gerekçeler ve yönetmelikler uydurularak
ücretlerinin gasp edildiği, sözleşmeli, geçici, şu bu diyerek
emeklerinin ucuzlatıldığı, kadroluya karşı bir koz olarak kullanıldığı
düzende, kendine vizyon biçemezken,
kuruma, sisteme nasıl vizyon vereceğini sorabilelim.
Asıl başarının eğitimin insanların mutluluğuna hizmet edip
edemeyeceği ile ölçülebileceğini söyleyebilelim.

Akıntıya karşı kürek çekmeyi göze almak. Asıl fedakarlık budur sanırım.
Umudun şiarını unutmadan elbet: "Başka bir dünya mümkün."

Perşembe, Mayıs 15, 2008

Eskici ile Zengin



Bir eskici varmış,

Pabuç yamar, türkü söylermiş sabah akşam.

Seyret, için açılsın,

Sicimi geçirdi mi deliğe,

Değme keyfine:

Mutlu erenlerden daha mutluymuş.

Komşusu, tersine, asık yüzlüymüş.

Ne türkü, ne doğru dürüst uyku.

Para babasıymış adam ne yapsın;

İliklerine kadar altın dolu.

Sabaha karşı tam dalacak,

Eskici başlarmış türkü söylemeye,

Şu tanrının işine bak:

Param var, uykum yok.

Neden yiyecek , içecek satılıyor da

Uyku satılmıyor çarşı pazarda?

Böyle sızlanıp dururmuş seninki.

Bir gün konağına çağırmış eskiciyi:

- Merak ettim, Bay Kirkor, demiş,

Sizin yıllık kazancınız nedir?

Eskici gülmüş:-Vallahi bayım , demiş,

Ben bütçeyi pek yıl üstüne kurmam.

Bir günün hesabını ötekine karıştırmam.

Her gün kendi ekmeğini getirir.

Bir yıl yaşar mıyız, kimbilir?

- Peki, demiş. Günlük kazancınız ne kadar?

- Gününe bakar: Dün çok , bu gün az.

Her gün iş olsa kazancım kötü sayılmaz.

Ne var ki, işsiz günler giriyor araya,

Bizler boş oturduk mu fena.

O bayramlar yok mu, bayramlar?

Onlar yıkıyor bizi!

Biri bitmeden öteki.

Papaz efendinin de insafı yok ki;

Her vaazından yeni bir aziz çıkarıyor ortaya.

Her aziz de bir bayram istiyor bizden.

Zengin, gülmüş adamın saflığına:

- Dur, demiş. Ben de bir azizlik yapayım sana,

Al şu altını, sakla bir köşeye;

Bayram günlerinde bozdur bozdur ye.

Eskici bu kadar parayı rüyasında görmemiş.

Bütün dünya yüzyıl geçinir, demiş, bununla.

Koşmuş evine,

Gömmüş altınları mahzene.

Onlarla keyfini de gömmüş meğer;

Gayrı türkü mürkü ne gezer!

Evine girince dünyamızın baş belası,

Kesilmiş adamın sesi sedası.

Gel de uyuyabilirsen uyu:

Türlü kaygılar sarmış başını;

Sinsi kuşkular, boşuna korkular.

Bütün gün göz tetikte,

Bütün gece kulak kirişte;

Bir gürültü yapsa kedi:

Eyvah! .. Paralar gitti!

Adamlıktan çıkmış biçare.

Sonunda koşmuş evine

Türküsünden kurtulan adamın:

- Al, demiş, altınlarını geri;

Elden gel uykumu , türkülerimi.

La Fontaine

Sabahattin Eyuboğlu / Bütün Masallar / Cem Yayınları


Kanat Genişliği : İşiniz çocuğa çok şey öğretmek değil , doğru ve

aydınlık fikirler aşılamaktır. / J. J. Rousseau

Rüzgarda Uğuldayan Sözcükler Sözlüğü :

Zombi :Bedenleri canlı olsa da ruhları ölmüş, düşünceleri,

konuşmaları da boş olan; konuşmak yerine gevezelik eden,

düşünmek yerine kalıplaşmış fikirleri kullanıp duran kişiler.

Siste Beliren : Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi.
Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı
ışıklar kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya
bakınca az ilerideki adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu ayağa
kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften
sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa
batmıştı.Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu. /

Yaşar Kemal

/ Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / s-7 /
Adam Yayınları

Çarşamba, Mayıs 07, 2008

Milliyetçi, Muhafazakar mı Dediniz?


Yurdumun tadına doyamadığı tipolojisi ne menem bir
şeydir bir inceleyelim :
* Miskindir. Düşünmeyi yorucu bulur.Derinlemesine
sorgulamayla uğraşmaz Birisini eskaza yaparken
dinlerse haklı bulabilir, ama aynı bildiğini okumaya
devam eder.
* Kraldan çok kralcıdır.Devletine ve efendilerine laf
söyletmez. Nedenler üzerine düşünmeyi sevmediğinden ,
bunu yapanların doğuştan gafil ve hain olduğunu düşünmeye
meyyaldir.Devletin bir aygıt olduğu ve onu elinde tutanların
farklı ve özel amaçlar için kullanabileceğini düşünmek istemez.
* Farklılıklardan ve alışkanlıklarının değiştirilmesinden
hoşlanmaz. Kendi gibi düşünmeyenler hep düşmandır,
dış odaktır , gavurdur. Farklı gördüğü bir şeye saldırıp
saldırmama konusunda efendilerinin
normalitelerine icap eder. Onların onayladıklarını ,
bazen mırın kırın etse de kabullenmesi zor değildir.
* Güce aşıktır , güçlüden yana olur. Ezilenlere hep
acısa da dürtüleri düşeni tekmelemeyi emreder.
* Birey olarak korkaktır.kendine güvenmez ve
ezik hisseder.Küçük de olsa bir topluluk
oluşturdukları zaman onun içinde aslan kesilir.
Kahramanlık hikayeleri ve sevgisiz, kof bir pohpohlama
ile büyütüldüğünden saldırmayı ,yakıp yıkmayı linci
kahramanlıklarının bir parçası olarak görür. Anlamaya
çalışmak , empati kurmak onun için dünyanın en zor
şeyidir.Evreninin merkezinde hep kendisi vardır.
* (Pek çoğu için ) Her yerde hayatın sillesini hep yiyendir.
Bir kör döğüş içindedir.Net değildir. Hep bir kavga
halinde.Öyle bir eziklik hali ki onu savunsanız bile
o bunu görmemeyi veya çarpıtmayı uygun bulur.
Böyle durumlarda sözlü ve fiziksel şiddetine maruz
kalsanız bile kendinizinden çok onun mağdur insan
olduğu ile ilgili ikircikli duygular yaşayabilirsiniz.
* Paradan hoşlanır. Müslümanın malının ortak
olduğu sadece fakirler arasında dolanan bir efsanedir.
Evet, yardım yapmayı sevenleri de vardır.
Ama önce birilerinden meşru yollarla çalmaları
gerekir ki bu çok normaldir.
* Normal bir sevgi yoktur pek çoğu için. Sevgi de
bile hep bir fanatiklik hali: Ölümüne sever.
Hayatında değer verdiği herşeyi kutsar.Herkesin de onları ,
kendisi gibi kutsamasını ister.Bu istediklerini , kendisinden
başkalarının da bekleyip isteyebileceğini düşünmez.
Düşünse bile bunun onun için anlamı yoktur.
* Sloganları düşünce yapar. Derinlikten hoşlanmaz.
Hep bir ezber hali... Ta ki birileri belleğine yeni bir dosya
yükleyene kadar.
* Aşırı vatansevicidir ama kendi dilinden bir öykü bir
roman okumaz. Şiir yazsa da bunlarda argonun ve
fanatizmin icrasından ibarettir. Sanatçıların çoğu
onun için zaten tukakadır. Türkü dinler. Ancak
sadece dinler , onların icra özellikleri, yöreleri ,
folklorik köken, nitelikleri ile ilgili pek azı fikir
edinmek ister. Müzik zevki 2-3 müzik türü ile sınırlıdır.
* Aşırı vatansevicidir ama yurdun çakalı , börtü
böceği , uçan kuşu, esen yeli, akan suyu, yokolan
ormanı ve toprağı ile ilgili hiç bir çalışmada,
hiç bir eylemde, hiçbir savunmada isimini cismini
göremezsin.Bunlar sevilip korunmadan , hele ki
vatanı paylaştığın insanını , bırakın dünyalı
görmeyi , uzaydan gelip her yeri zaptetmek
isteyen bir Saylonlu olarak görerek vatanın
sevilemeyeceğini , ezberini kıramayacağın için
anlatamazsın.
* Duyarsızlık had safhadadır. Bıçak kemiğe
dayanmadan hiçbir şey yapmaz.Sohbetlerde
ortaya konan eleştiri , daha çok birşeyleri ya da
birilerini çekiştirme biçiminde tecelli eder. Buna
karşılık alternatif ürettiği ise pek nadirdir.
* Muhafaza etmeyi sever . Çer çöp ne bulurlarsa
her şeyi muhafaza eder. Koksa da rahatsız olmaz,
atmaz. Aşırı bağlılık ve bağımlılık duyguları
buna engeldir.
* Evrensel değer üretemez.Evrenle çok fazla işi
olmaz zaten.
* Bir kahraman üretip onun etrafında kümelenmeyi
sever. Biat ederek , dünyevi kaygılardan sıyrılmayı
tercih eder çünkü bu onu rahatlatır. Kendisini ,
ona ve onun etrafında şekillenen değerlere adayarak,
en kolay yoldan bir ideale sahip olur.
* Erkeğin egemenliğinden taviz vermez.
Kendi hayatındaki kadınlara, kendinin yapacağı
her türlü pervasızlığı reva görürken başkalarından
gelen en masum tavırları kıskanç bir korumacılıkla
engeller.Bu uğurda yapamayacağı yoktur.
Söz konusu şahıs kadınsa yerinin evi olduğunu bilir.
Erkeğinin işine karışmaz.Güvensiz dünyada en rahat
yaşama şeklinin bu olduğunu düşünür,
düşünmezse düşündürülür.

*
...

Bu kısa değerlendirme yazısında izah ettiğim gibi,
onu böyle tanıyor olmam, sizce benim suçum mu şimdi?

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

Kahpe Felek


Kahpe felek sana n’ettim n’eyledim,
Attın gurbet ele parelerimi,
En sonunda beni sılamdan ettin,
Yıktın mümkünümü, çarelerimi.

Bir kemlik görmedim hüsnü aladan,
Çetin kurtulurum ben bu yaradan,
Gözlerim ki merhem gele sıladan,
Dağlar perde tutmuş aralarını.

Bakmaz mısın tenden akan kanıma,
Yaralarım ceza verir canıma,
Gelenim yok, gidenim yok yanıma,
Yine ben sarayım yaralarımı.

Günden güne al kanlarım akıyor,
Yaram yürektedir beni yakıyor,
Biri sağalmadan biri çıkıyor,
Sar cerrah incitme yaralarımı.

Kul Himmet'im ötesini bilirim,
Çeke çeke ben bu dertten ölürüm,
Vadem yeter gurbet elde kalırım,
Dost olan giyinsin karalarını.
Kul Himmet

Resim : Kollwitz / Widow3

Perşembe, Mayıs 01, 2008

Hürriyet Kavgası


Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.

Beyazıt'ta şehit düsen
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil,
derlenip dürülmesin bayraklar.

Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.

Safları sıklaştırın çocuklar,

bu kavga faşizme karşı,
bu kavga hürriyet kavgasıdır.

Nazım Hikmet

..................

Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez , sömürü devam etmez.
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde.

Yepyeni bir güneş doğar , dağların doruklarından.
Mutlu bir hayat filizlenir , kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri , mutlak gelen gündedir.

Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider,
Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider.

Sarper Özsan / 1Mayıs Marşı