Size bir şey anlatayım da görün Yersiz azarını bir hödüğün. Bir çocuk Seine Nehri kıyısında Güle oynaya koşarken Suya düşmüş nasılsa. Boğuldu boğulacakken Bir söğüt dalı yetişmiş imdadına. Yapışakalmış yavrucak: Allah’tan başka kimseler yok kurtaracak.
Tam o sırada bir öğretmen Gelecek olmuş yukarıdan. Çocuk bar bar bağırmış, Hocasını imdadına çağırmış. Hoca durmuş, Sularla pençeleşen çocuğu görmüş, Hemen başlamış azarlamaya: -Pis yumurcak! Koşar mısın kıyıda? Budur işte haylazlığın sonu! Okul nasıl adam etsin seni? Zavallı anan baban ne yapsın? Peşinde mi dolaşsınlar Allah’ın günü? Nedir çektiği zavallıların? Keyif sizin dert onların... Çekmiş çıkarmış çocuğu nehirden.
Çoklarına taş attım bu hikâyemde, Vırvırcı, dırdırcı, ukala büyükler Görmüşlerdir kendilerini bir öğretmende. Az değil, sürüyledir bu hödükler. Soylarını bereketli kılmış Tanrı. Dünyanın her yerinde, her işinde Durmadan işler ağızları. Be mübarek adam, önce kurtar beni, Sonra çekersin söylevini! La Fontaine /Masallar Türkçe :Sabahattin Eyuboğlu
"Ölünce biz de iyi adam oluruz" diyen bir iyi adam.
Gün Olur Gün olur, alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra. Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; Çiçekler gürültüyle açar; Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar, Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi; Gün olur başıma kadar güneş; Gün olur, deli gibi... Orhan Veli
Bir Anekdot :1982 yılında, Kasımpaşa Lisesi'nde yaramazlık yapan Metin'i bir güzel haşlayan öğretmeni, bir de "yarın okula velini getireceksin" emrini verir. Ertesi gün öğretmeninin huzuruna elindeki Orhan Veli kitabıyla çıkan Metin, kitabı öğretmenine uzatarak;
-Buyrun öğretmenim, işte Veli'm, der.
Yaramaz Metin büyüyünce Met Üst olur.
Onun İçin : Mesafeli Nerden geliyor acep Bu benim garip garipliğim? Evden uzaklaştıkça değil, Ne de uzağında evin. Eve yaklaştık yakınlaştıkça Artıyor eve hasretim. Can Yücel
Kanat Genişliği : Neler yapmadık şu vatan için Kimimiz öldük, Kimimiz nutuk söyledik. /Orhan Veli
Sen, makinenin başındaki adam, atölyedeki adam.
Yarın sana su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp
miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız.
Yarın sana el bombalarını doldurmanı
ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, fabrika sahibi.
Yarın sana talk pudrası ve kakao yerine
barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, laboratuardaki araştırmacı.
Yarın sana eski yaşamı yok edecek
yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, odasındaki şair.
Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp
nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, hastasının başındaki hekim.
Yarın sana cepheye gönderilecekler için
sağlam raporu yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, kürsüdeki rahip.
Yarın sana cinayeti kutsamanı
ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, gemideki kaptan.
Yarın sana buğday taşımayı bırakıp
tank ve top taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, havaalanındaki pilot.
Yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden
bombalar yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, dikiş masası başındaki terzi.
Yarın sana asker üniformaları
dikmeye başlamanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, cübbesinin içindeki yargıç.
Yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, tren istasyonundaki.
Yarın sana cephane ve asker taşıyan
trenlerin kalkması için sinyal vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, köydeki. Sen, kentteki.
Yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse,
yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!
Sen, Normandiya’daki ana, Ukrayna’daki ana,
sen San Fransisco’daki ve Londra’daki ana.
Sen Hoang Ho ve Missisippi kıyılarındaki ana.
Sen, Nepal’deki ve Hamburg’daki, Kahire’deki ve Oslo’daki ana;
yeryüzünün dört bir yanındaki analar, dünyanın tüm anaları,
yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak,
yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse,
yapacağınız bir tek şey var: HAYIR deyin!..
Analar, HAYIR deyin!
Çünkü hayır demezseniz analar,
eğer hayır demezseniz, işte o zaman,
pus çökmüş, gürültülü liman kentlerinde
iniltiler çıkaran koca gemiler suskunluğa bürünecekler
ve su almış dev mamut kadavraları gibi,
rıhtımların yosun ve midye bağlamış,
ölgün, ıssız duvarları önünde miskin miskin yalpalayacaklar;
daha önce ışıltılar saçan o görkemli gövdelerden,
bir balık mezarlığı gibi, çürük, sayrı, ölü kokular yayılacak...
Tramvaylar, iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi
eğrilip bükülecekler ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı,
yitik sokaklardaki damları delik deşik barakaların ardında,
teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin yanı başında,
patlamış taç yaprakları gibi öylece uzanacaklar...
Çamur rengi, ağır, kurşun gibi bir sessizlik
ortalıkta kol gezecek; tüm oburluğuyla büyüyerek,
okullara, üniversitelere, tiyatrolara,
spor alanlarına, çocuk bahçelerine ürkünç,
açgözlü ve önlenemez bir biçimde çöreklenecek...
Bunların hepsi olacak...
Altın sarısı, sulu üzümler bakımsız yamaçlarda çürüyecek,
pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak,
patatesler sürülmüş tarlalarda donacak,
ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları
ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi göğe dikilecek....
Enstitülerde, büyük hekimlerin dahice buluşları
çürüyüp küf tutacak....
Son un çuvalları, son çilek reçeli kavanozları,
balkabakları ve vişne suları mutfaklarda, odalarda,
kilerlerde, soğuk hava depolarında
ve ambarlarda bozulup heba olacak;
devrilmiş masaların altındaki,
paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak,
erimiş tereyağlar arap sabunu gibi kokacak;
tarlalardaki ekinler, paslanmış sabanların yanı başında
bozguna uğramış bir ordu gibi boyunlarını bükecekler;
fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları un ufak olacak....
Sonra, deşilmiş bağırsakları
ve zehirlenmiş ciğerleriyle son insan,
ışıldayan güneşin ve yanıp sönen
takımyıldızların altında bir başına dolanıp duracak;
bir deri bir kemik kalmış,
çılgına dönmüş son insan uçsuz bucaksız mezarlar,
dev beton blokların soğuk putları
ve ıssız kentler arasında yalnız başına bir küfür gibi
dolanırken şu korkunç soruyu soracak: NEDEN?
Ve bu soru bozkırlarda hiç duyulmadan yitip gidecek,
yıkıntılar arasında sürüklenip
kiliselerin molozları arasında yok olacak,
girilmez yer altı sığınaklarına
çarpıp parçalanacak.
Son hayvan-insanın son hayvansı çığlığı hiç duyulmadan,
hiç yanıtlanmadan kan göllerinde boğulacak....
Bunların hepsi olacak, yarın,
belki bu gece,
eğer...
eğer...
eğer...
HAYIR demezseniz!”